Çocukluğu İstanbul’da geçen ve işine duyduğu saygı ve güçlü sevgiyle başarılarının baş mimarı olan Sabrina Fresko, mimari becerisini heykellere, heykelleri ise takılabilir heykellere dönüştüren mobius ustası. Annesi hayatında çok önemli bir yere sahip. Engel, engeli yaratanların sorunu diyen Fresko’nun, gümüşle arasında büyük bir arkadaşlık ve sevgi bağı var. Gümüşe şekil vermeyi çok seviyor. Edebiyat, felsefe, sanat tarihi, klasik müzik, caz müziği aşığı Sabrina Fresko ile tanışmak için hazırsanız sizleri keyifle hazırladığımız röportajla baş başa bırakıyoruz.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Mimarım, Simya Galeriyi 2003'de kurdum. Bu sene 10. yılı. İstanbul’da doğdum. St. Michel Lisesi’nden sonra Paris UP7'de mimarlık okudum. Daha sonra mimarlık eğitimimi Mimar Sinan Üniversitesi’nde tamamladım. Halen İstanbul’da serbest mimar olarak çalışıyorum. Takı tasarımı yapıyorum ve ayrıca Simya Galeri’de sanat seminerleri düzenleyip modern takı konusunda atölye çalışmaları gerçekleştiriyorum.
Simya Galeri’de sergilediğim tasarımlarım mobius heykeller olarak nitelenmekte, metalde dokuma teknikleri ve soyut heykel formları modern takı ve heykel konusunda yeni form ve teknikleri üzerinde çalışmalar yapıyorum.
Eğitim yıllarınızdan bahsedebilir misiniz?
3 yaşında tedavi amaçlı bir hastanede kaldım İsviçre Zurihte'ydim. 7 yaşına kadar İsviçre'nin dağlarında bir yerdeydim. Orada hayatıma çok faydası olan çok şey öğrendiğimi hatırlıyorum. O zamanlar daha çok alet takıyordum. Korseler takıyordum ve bununla nasıl yaşayacağımı, bastonumu bir elimde nasıl tutacağımı, merdivenleri nasıl inip çıkacağımı, düşünce nasıl kalkacağımı orada öğrettiler. Buraya geldiğim zamanda anneme dediler ki hiç karışmayın çocuk her şeyi yapıyor. Normal bir insan nasıl yaşıyorsa o da öyle yaşayacak. Korsesini takmaya kalkmayın o kendi takıyor. Annemde karşımda ağlardı ben korsemin düğmelerini takarken ve hiç kimse karışmadı bana. İlkokula Topağacı'ndaydım yürüyerek gidip geldim yine bir kimse işime karışmadı aman düşersin kalkarsın diye ve böyle bir özgür ruh olarak ortaya çıktım ortaya. Ortaokul St. Michel ve lise St. Michel de okudum. Ondan sonra da gittim Paris'de mimari oldum. St. Michel müdürü sen mimar ol oturursun çalışırsın yorulmazsın ama ben çatılara çıkarak mimari yaptım. Sonra geldim burada mezun oldum.
Paris'den sonra İstanbul’a döndüğüm zaman aklımda ütopik projeler uçuşuyordu, iç mimari tasarımlarımda bu projeleri gerçekleştirebildim. Heykel hep ilgilendiğim bir konuydu, bunu takı anlamında gümüş heykeller yaparak başladım. Bu heykeller gittikçe büyüyor ve bir heykel sergisine doğru gidiyor. Heykeller Milo Venüsü’nün, Paris’in seçimi, Afrodit, Hera, ve Athena yorumları içeriyor ve bazıları geometrik hatta soyut heykeller.
Çocukken olmak istediğiniz veya hayalini kurduğunuz bir meslek var mıydı?
Teknik bir iş yapacağım belliydi. Kendi aletlerimi kendim tamir ederdim, teknik bir şeyler hep yapardım elimlen. Arada seramik yaptım, heykel yaptım ama şu anda Simya Galeride yaptığım şey bütün bu önceden yaptıklarımı toparlıyor. Burada hepsini birden yapıyorum. Felsefe merakımı, edebiyatı, güzel sanatları ellerimle yaptığım bütün bu heykeller ortaya çıkıyor.
Mimarsınız ancak takı tasarımcısı olarak biliniyorsunuz. Mimarlıktan takı tasarımcılığına giden yolculuğunuzdan kısaca bahsedebilir misiniz? Ve bu ilgi ilk ne zaman başladı ve nasıl gelişti?
Mimar olarak 20 sene çalıştım. İç mimari olarak da çalıştım ve yaptığım şeylerin çoğu art dekor dergisinde ya da başka dergilerde çıktı. Mimar olarak da bilinen biriydim ama 10 senedir bu Simya Galeriyi kurdum. Daha çok ortaya çıkan şey şu anda takılarım ve heykellerim. 15 sene önce iki proje arasında bir boş vakitte başladım bunu yapmaya ve bir work shopa katıldım. Ve ondan sonra heykeller yaptığımı fark ettim ve o heykelleri bir şekilde mimari formlara dayandırdığımı biraz kendimi anlattığımı ve onu yapma sürecini çok sevdiğimi anladım. Onları yapmaya başladıktan sonra insanlar evime gelip bunları almak istedi bunun etik olmayacağını düşünüp böyle bir yer açıp orada üretmeye karar verdim. Aynı zamanda Asuman Kafaoğlu çok samimi arkadaşımdı, seminerleri de aynı anda kurguladık böyle bir şeylerde yapalım biri birini desteklesin sadece el işi olmasın dedik.
Takılarınızda da mimari etkiyi bulmak mümkün. Siz onlara “takılabilir heykeller” diyorsunuz. Bu anlamda tasarım sürecinizden söz eder misiniz?
Yaptığım şeyleri 3'e ayırıyorum. Bu çok belirgin 3 ana yolum var.
1. si mimari etkilerle yaptığım çok jeometrik hatta jeometriğin içinde yeni formalar ve yeni teknikler bulmaya çalıştığım ve bir kaç tanesi dünyada hakikaten yapılmayan teknikleri uyguladığım çalışmalar.
2.si heykellerle yapıyorum, bunlar soyut olabiliyor, figüratif olabiliyor ama gittikçe daha soyutlaşan bir heykel anlayışına doğru gidiyorum.
3.sü de metalde dokuma tekniklerini uyguluyorum. Bunlar Amerikalı takı öğretmeni Arline Fisch San Diago Üniversitesinin takı bölümü kurucusu onunla bir workshop'ta öğrendiğim şeyler ve bütün bu yaptığım heykelleri ve mimari etkili formları bir şekilde birleştiren onları kolyeler haline getirmemde kolaylık sağlayan teknikler bunlar.
Çalışmalarınızda ilham aldığınız bir isim ya da eser var mı?
Bunu hep soruyorlar, ilham almayı bütün bu bilgi potasına gönderme yapıyorum. Simya galeride olan bütün seminerler felsefesinden edebiyatından güzel sanatlara bir şekilde insanın beyninde bir kimya oluşturuyor ve o kimya bir şekilde beni etkiliyor.
Edebiyatın kendisi de sizin için başlı başına bir ilham kaynağı olduğunu görüyorum. Bazı tasarımlarınız yazar ve kitaplara göndermeler içeriyor…. Bir hikayeyi ve romanı takıya nasıl yansıtıyorsunuz?
Takı bir sembol sanatıdır. Sembolleştirmek zorundasınız şimdi okuduğum romandan kız, yiğeni ve köpeği derken çok minik semboller bunlar sembolleşmezse barok bir şey çıkar ortaya onu da kimse takmak, almak istemez bu modern dünyada. Onu mümkün olduğu kadar yalınlaştırarak kafamdaki düşünceyi gittikçe süzüp yalınlaştırarak yapıyorum. Takıyı da çok fazla yormadan formları çok fazla baroklaştırmadan detaya girmeden yapmak benim anlayışım.
Nelerden etkileniyorsunuz sorusu bana hep etkilere ne kadar açık olduğumu hatırlatır. Evet edebiyattan, müzikten, felsefeden, doğadan ve her şeyden etkilenip formlar dünyasına yansıtabiliyorum. Bahsettiğiniz Nadine Godimerin Ayartma romanından esinlenerek gerçekleştirdiğim bir kızın çölde huzuru hatta hayatı bulmasının takısıdır, çok yalın bir formda çöl ve kadını gümüşe yansıttım. Bu arada gümüşle aramda büyük bir arkadaşlık ve sevgi var, gümüşle çalışmayı, ona şekil vermeyi gerçekten çok seviyorum.
Bir röportajınızda takılarınızın “zamanın sonsuzluğunu, devinimini ve kendi içinde döngü yaratmasını simgelliyorlar” demişsiniz. Bunu açıklayabilir misiniz?
Şimdi upuzun bir şerittten kaynatarak oluşturduğumuz bir form örneğinde kendi içinde kapanan form tasarımı diyebiliriz. Biz buna Kinetik Döngü diyoruz. Form değiştiren ve sonsuzluğu üzerinde taşıyan tasarımlarım var. Bir şeridin kendi içinde dönüp kendi içine kapanmasını yapan ilk defa Moebius diye bir adam bunları heykel olarak yapıyor ve bu Moebius şeridi olarak sanat tarihine geçiyor. Ama böyle bir formu şimdiye kadar hiç kimse bu teknikle yapmadı. O da bana heyecan veren birşey yeni bir tekniği kullanıyor ve keşfediyor olmak. Bu bir insanın doğduğunu ve ölüdğünü ve tekrar doğaya karıştığını düşünmek buna eşit ve felsefe olarak eşit bir şey.
İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi'nden Dr. Seda Yavuz, aynı zamanda kurucusu olduğum Simya Galeri’de Sanat Tarihi seminerleri gerçekleştiriyor. Tasarladığım ve gerçekleştirdiğim Sonsuzluk, Moebius ve kinetik heykel ve takılarım üzerine bir yazı kaleme aldı, bu sorunuza Seda Yavuz’un makalesiyle cevap vermek istiyorum.
Mimar, heykeltıraş ve takı tasarımcısı Sabrina Fresko’nun ‘Kinetik Döngü’ ismini verdiği heykellerinde de, temelde biçimin hareketle kurduğu ilişki vurgulansa da tarihsel olarak bir matematikçinin kuramına dayanan bu formun sonsuzluk kavramını işaret etmesi kaçınılmazdır.Farklı malzemelerle bu formu ‘takılabilir’ kılmak ise, dokunsal niteliğiyle ortaya çıkan heykel sanatını bedenle buluşturarak, belki de kavramsal ve tinsel anlamlar bütünü oluşturmaya olanak sağlamaktadır. Bir sanatçı ‘iş’ini açıklamak zorunda değildir. ‘İş’ kendini kendinden olanla açıklar ve sanat tarihçilere, eleştirmenlere olanaklar sağlar. ‘Kinetik Döngü’ de çift yönlü olarak bu olanağı sağlamaktadır; aynı zamanda formun tarihsel kökenini incelemek ve formun takılabilirlik özelliğini ortaya koyar.
İnsanların şaşırdığı veya ilginç bulduğu çalışmalarınız var mı ve neler?
Şaşırma duygusu çoğu takılarımda görenlere yaşattığım bir duygu, yeni form , teknikler ve yeni malzemelerle çalışıyorum. Boyutlarla oynuyorum doğal olarak şaşırma duygusu yerleşiyor. Takılarımı düzenli olarak alan, koleksiyonunu yapanlarda da artık diğer takı ve mücevherleri takamıyoruz, küçük geliyor, yetmiyor gibi yorumlar duyuyorum.
Sonsuzluk hissi, üzerinde sonsuzluğun simgesini taşıyarak mümkün kılınabilir mi?
Burada birçok cevap geçerliliğini korur. Fakat en dikkat çekici olan, ilksel bir davranış ile (heykelin dokunsal özelliğinin altı çizilmektedir), binyıllardır üzerine her disiplinden insanın araştırma yaptığı fikrin (sonsuzluk fikrinin) birleştirilmesidir.
İnsanların şaşırdığı veya ilginç bulduğu çalışmalarınız var mı ve neler?
Şaşırma duygusu çoğu takılarımda görenlere yaşattığım bir duygu, yeni form, teknikler ve yeni malzemelerle çalışıyorum. Boyutlarla oynuyorum doğal olarak şaşırma duygusu yerleşiyor. Takılarımı düzenli olarak alan, koleksiyonunu yapanlarda da artık diğer takı ve mücevherleri takamıyoruz, küçük geliyor, yetmiyor gibi yorumlar duyuyorum.
Tasarlayıp satmaya kıyamadığınız bir eseriniz var mı?
Kendime ayırdığım takılar mutlaka var ama tasarladığım her şey aynı zamanda bir metadır ve mutlaka satılıktır. Başka türlü profesyonel olunamaz diye düşünüyorum.
Bu arada aklıma gelmişken sormak istiyorum. Dünyada sizden başka tasarımlarınızda sizin kullandığınız aynı tekniği uygulayanlar var mı?
Bazı teknikler kendi geliştirdiğim, deneyerek mükemmelleştirdiğim teknikler, ama dünya öylesine bir bilgi dünyası ki her an başka biri de bunu geliştirebilir.
Eğitimci yönünüzden bahsebilir misiniz? Ve öğrencilerinize neler anlatıyorsunuz?
Bu çok sıra dışı bir şey yaptığım. Bir defa metal tekniklerini öğretiyorum bu zihniyete birazcık bir tasarım nasıl ortaya çıkar. Bunun için her iki senede bir konu koyuyorum ders verdiğim insanlarla bu konuyu çalışıyorum. Ve her konu bambaşka teknikler bambaşka formlar bambaşka bir düşünce tarzı getiriyor. Şimdiye kadar yaptığımız konulardan bahsetmek gerekirse oyun konusunu yaptık, iki sene onu çalıştık ve herkes çocukluğuna biraz döndü ne oyunlar oynuyorlardı bunları nasıl sembollere çevirip takılar haline getirebiliriz o çok paylaşımı yüksek bir konuydu ve çok keyifle çalıştık birlikte. Ondan sonra izlenim konusunu yaptık bütün sanat tarihindeki tablolardan izlenim alıp takılar yapacağız dedik. 3 sene sürdü onun çalışması. Tabloları elimine ettik ve 3 tabloda karar kıldık. Biri Picasso'nun Avignonlu Kızlar tablosuydu, biri Mates'in Cennet Bahçesi'ydi biri de Seurat'ın Büyük Jat'ta Piknik tablosu. Heykel takıları heykel mobillere takarak o tabloların önünde sergiledik. İzlenim sergisi çalışması sırasında çalıştığımız 10 kişi bakmayı ve bakınca görmeyi onu görüp oradan bir form çıkarmayı öğrendiler.
Bu yıl konumuz, maskeler, filler ve çöl dokuları.., Maskenin gizlediği şeyler sanat tarihi ve tarih boyunca maske çok fazla ritüellerde kullanılmış; Afrika maskeleri, maske heykeller, portreler, şu anda onları çalışıyorum.
Ayrıca Edebiyat, Felsefe, Sanat Tarihi, Klasik Müzik, Caz Müziği gibi seminerler gerçekleştiriyoruz, bu seminerlerin iç dünyamı aydınlattığını onların etkisinin ve özellikle form anlayışıma etkisinin önemli olduğunu düşünüyorum..
İş hayatınızda hep kendi işinizde mi çalıştınız? İş deneyimlerinizden ve yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz?
İş hayatıma mimariden mezun olur olmaz Birleşmiş Mimarlar’da Tuncay Çavdar ile çalışarak başladım. Hiç zorlanmadım, hiç bir zaman engelimle ilgili bir olumsuzluk yaşamadım. bunu da İsviçre'de yaşadığım tecrübelere bağlıyorum. Engelimden dolayı projelerimi yapamam demedim.O hepimiz için müthiş bir hocaydı. Daha sonra kendi projelerimi çizdim, uzun bir süre iç mimari üzerine çalıştım, aslında mimarinin iç ve dış diye ayrılmadığını hepsinin bir bütün olduğunu düşünüyorum. Gerçekleştirdiğim takı ve heykellerde de mimari etkileri kolayca görebilirsiniz.
Çalışma koşullarınız nasıl? Ofiste bir iş günü nasıl başlıyor ve nasıl sona eriyor?
Gün boyunca seminer varsa seminerlere mutlaka katılıyorum. Diğer zamanlarda kendi derslerimi veriyorum, o heykeller ve takıların burada birebir hepsinin üretimini de yapıyoruz.
Simya Galeride geçirdiğim zaman doğal uzantım gibi, bunu ayrı bir çalışma ortamı ya da zamanı olarak değil hayatımın ta kendisi gibi görüyorum.
Sıkıldığınızda ya da motivasyonunuzu kaybettiğinizde neler yapıyorsunuz?
Hiç sıkıldığımı hatırlamıyorum, boş zamanım bile olmaz mutlaka bir şeyler yaparım, dinlenmek için heykel yaparım, yazı okurum.
Burası bir apartman katıydı ve ben tasarladım. Bir saniye bile boş durmuyorum. Mutlaka her gün yapacağım üreteceğim bir şeyler var. Yazın Asos'tayım 25 senedir ve orada volkanik taşlar var onları topluyorum ve herkese ayrı bir tasarım yapıyorum. Poliolu bir insan var olan kaslarına daha çok yüklendiği için 8 saat uyku ve dinlenme ona yetmiyor. Bunu mutlaka hepimiz yaşıyoruz. Polio zorlu bir süreç ancak üstesinden gelebiliyorum.
En zor şey bir şeyi başlattıktan sonra pof diye balon gibi sönmemek böyle bir şeyi sürdürmek çok zor birşey. Bunu devam ettirmek istiyorum. Bir defa yapılan bir şeyin talebinin gelmesi lazım üretmeye devam etmek için. Bir konuyu bitirip diğerine kolaylıkla geçebiliyor olmak lazım. Amerikadan gelenler bile çok başka bir şey yapıyorsunuz diyor.Çok değişik şeyler var diyorlar. Şuana kadar yapılmamış formları yapıyorum. Yaptığım şey çok zor bir şey bunun devam etmesini diliyorum.
Çalışma hayatınızda hiç mobing, ayrımcılık ve önyargılarla karşılaştınız mı? Eğer karşılaştıysanız kısaca özetleyerek bu süreçlerle nasıl başa çıktınız?
Hiç karşılaşmadım, bunu insan kendi yaratır. Sizin davranışınızda bu duygu yoksa insanlar bunu size yükleyemez.
Çalışma hayatınızda prensip ve olmazsa olmaz dediğiniz kurallarınız var mı? Bize anlatabilir misiniz?
Severek çalışmak, dürüstlük.
Şimdi de çalışmalarınızdan uzaklaşarak bize boş zamanlarınızı nasıl değerlendirdiğinizden ve hobilerinizden bahsedebilir misiniz?
Simya Galeri’de gerçekleştirdiğim sanat seminerlerini izlemek, takı ve heykel çalışmalarım, edebiyat, müzik, sergi, müze gezmek, seyahat etmek, hobilerim.
Ailenizin başarınızdaki yeri ve öneminden bahsedebilir misiniz?
Annem bu konunun baş artisti… Tek kelimeyle mükemmel bir insandı ve yaptığı en önemli şey bana hiçbir şekilde ayrıcalıklı davranmamaktı.
Çalışan ve başarılı bir kişi olarak engellilerin istihdamda hak ettiği yeri alması için sizce neler yapılmalı?
Öncelikle şehirlerimizi düzeltmeli ve engelleri ortadan kaldırmalıyız. Engel, engeli yaratanların sorunu. Kolaylıkla kullanabileceğimiz ortamların, binaların, kısacası şehirlerin yaratılması lazım, ondan sonra herkes beceri ve istekleri doğrultusunda çalışabilir. Tabii önyargıların da törpülenmesi gerek.
Röportajımızın keyifle sonuna doğru gelirken sizden gelecekle ilgili planlarınızı da öğrenebilir miyiz?
Gelecekte de şu anda yapmakta olduğum şeylere devam etmek istiyorum. Sanatla yoğrulmak, İstanbul’un çeşitli üniversitelerinden gelen harika hocalarımı dinlemek, heykel ve takılarımı tasarlamak, bu konuda atölye çalışmaları yapıp öğrenmek isteyenlere yepyeni bir olanak sağlamak…
Son olarak Türkiye'nin ilk Engelliler İnsan Kaynaklar ve Kariyer Portalı Engelsizkariyer.com aracılığı ile engelliler ve işverenlere bir mesajınız var mı?
Engelli diye nitelendirdiğimiz insanlar engelleri oranında başka beceriler geliştirmiştir mutlaka. Bunların ortaya çıkabilmesi için önyargısız ve rahat ortamlar gerekir. Bir kere ortaya çıktılar mı engel önemsiz bir plana itilir. Kişinin özelinin dışında başkalarının sorunu olmaktan çıkar. İşverenlere bu ortamı sağlayabilmeyi öneririm. Aslında bu herkes için geçerli bir durumdur. Sorularınızla beni de düşünmeye sevk ettiğiniz için teşekkür ederim.
Röportaj: Mehmet Kızıltaş