Bir dünya düşünün bocaladığınızda içinden çıkamadığınızı ve daha da kaybolduğunuzu. Bir dünya düşünün hiçbir engelin olmadığını tüm engellerin ortadan kalkması için kendilerini kızlarına adamış, siper olmuş bir aileyi. Yürüyemeyeceğini ilk annesinden duyduğunda o cümlelerin gölgesinde kaybolmadan hemen kabullenmeyi ve hayata karşı kaybettiklerini geride bırakıp, sahip olduklarıyla ayakta durabilmeyi büyük bir olgunlukla başaran Girişmen, cesareti, girişimciliği, idealistliği, kararlılığı ve hedef odaklı yaşamıyla başarının Türkiye ve dünyadaki yeni mimarı ve sahibi.
Hayatta tesadüflere yer yoktur derler ancak Gizem Girişmen, tesadüfen denemek için attığı bir okla tanıştığı okçuluk sporu ile bu gün elde ettiği başarılarıyla dünyanın ayakta alkışladığı Olimpiyat Şampiyonumuz. ‘Spor başarımı disiplinli bir hayata borçluyum’ diyen Girişmen’in spor ve yaşam sponsoru bir firma değil annesi.
‘Türkiye’de yerleşik bir spor kültürü yok. Dolayısıyla spora, sporcuya gereken özen gösterilmiyor’ diyen Girişmen, sitem dolu sözlerine rağmen kendi başarısını ölümsüzleştiren ve dünyaya örnek olan bir isim. Girişmen, bu başarısından dolayı sporun oscarları olarak bilinen Laureus Dünya Spor Ödülleri’ne aday gösterilerek ülkemizi en iyi şekilde temsil etme şansı yakalamış ilk sporcu. Olimpiyat Şampiyonu, dalgıç, otomobil, bale, kış sporları tutkunu Gizem Girişmen’in röportajını okurken, ‘Elde ettiğim başarılarla yetinip yıllarca bunlarla övünme gibi bir yanlışlık yerine sahip olduğum başarılarımı elimde tutmak ve daha daha fazlasını nasıl kazanabilirim arzusunu yeniden harekete geçirterek, özgüven ve motivasyonumu arttırmalıyım’ dedirten başarı hikayesi ile sizleri baş başa bırakıyoruz.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
1981 Ankara doğumluyum. İlkokulu bitirdiğim yaz, 1992 yılında, ailemle birlikte geçirdiğimiz trafik kazasından sonra T5 seviyesinde omurilik felçlisi oldum. Ortaokul ve liseyi Ankara Özel Tevfik Fikret Lisesi’nde okudum. Ardından Bilkent Üniversitesi İşletme bölümünü kazandım ve 2004 yılında da Bilkent Üniversitesi’nden başarıyla mezun oldum. Şu an Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Yapı İşleri Genel Müdürlüğünde çalışmaktayım.
İlkokulu bitirdiğiniz yaz hiç hesapta yokken hayatınızı tamamen değiştiren ve geleceğinize de yön veren bir süreç yaşadınız? Nasıl oldu ve bize yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz?
Aslında ben kazadan psikolojik anlamda çok olumsuz etkilenmedim. Rehabilitasyon sürecinde de psikolojik bir destek almadım. Annem bana ilk kez yürüyemeyeceğimi söylediğinde Almanya’daydık. İlk öğrendiğimde sadece “neden ben?” diyebilmiştim ama düşündüğümde aslında her gün, herkesin başına gelebilecek bir şeyin o gün benim başıma gelmiş olduğuydu. İnsan geniş düşündüğünde, aslında yaşamda herkesin bir şeylerle sınırlandığını görebiliyor. Ben böyle engellendim, başkaları çok farklı nedenlerle sınırlanıyor. Bu yüzden, kendi engelime odaklı bir dünyada, hayatı kendime ve sevdiklerime zehir ederek yaşamanın bir anlamı yoktu. Bu bakış açımda elbette güven ortamında yetişmem ve kişiliğim önemli rol oynadı.
Aslında çok büyük travmalardan sonra bocalamak ve kendini kaybolmuş gibi hissetmek doğal diye düşünüyorum. Herkesin yaşadığı olaylar karşısında gösterdiği reaksiyonlar ve toparlanma süresi aynı değildir. Bence her birey çok özeldir ve kendine inandığı, daha doğrusu mevcut durumundan daha iyisini yapabileceğine inandığı sürece bunu gerçekleştirmemesi için hiçbir neden yoktur. Ailelerin çocuklarını desteklemeleri, her koşulda yanında ve arkasında olduklarını hissettirmesi de çok önemli. Zor günlerinizde size destek olacak insanların varlığı ve bu güven duygusu yaşama bağlılığı arttırıyor.
Yaşadığınız kaza sonrası eğitiminize ne zaman başladınız ve ne gibi zorluklarla mücadele ettiniz?
Kazadan sonra rehabilitasyon için Almanya’ya gittim ve eğitimime 1 yıl ara vermek zorunda kaldım. Rehabilitasyondan sonra tekrar Türkiye’ye döndüğümde kazadan önce hiç dikkat etmediğim bir sürü engeli fark ettim. Kaldırımlar, binalar, merdivenler,”insanlar” yaşamımı kısıtladılar bir anlamda. Ve okul problemi ortaya çıktı. Okul araştırması sırasında ailem birçok zorlukla karşılaştı. Birçok okul engellilere sorun gözüyle baktığı için beni almak istememişti. Eğitim kalitesi yüksek ve mimari yapısı uygun olan Ankara Özel Tevfik Fikret Lisesi’nde okuduğum sürece engelli olmamdan dolayı ne bir ayrıcalık ne de bir farklılık yaşadım. Gerek mimari yapısıyla gerekse eğitim anlayışıyla Türkiye’ye örnek olması gereken okulumdan 2000 yılında mezun oldum ve Bilkent Üniversitesi İşletme Bölümünü kazandım. Üniversiteye girdiğim ilk sene mimari engeller nedeniyle zor bir yıl geçirdim. Ben iki farklı binada dersler alıyordum ve bu 2 farklı bina arasında yalnız başıma geçiş yapmam mümkün olmuyordu bu nedenle, annem Bilkent’e günde 3 sefer geldi. Aynı şekilde okulumda uygun engelli tuvaleti bulunmadığı için Bilkent alışveriş merkezindeki engelli tuvaletine gitmek zorunda kalıyordum. Ama gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi için Bilkent Üniversitesi Yapı İşleri ile birlikte çözüm aradık ve Bilkent Üniversitesini eskiye oranla daha yaşanabilir bir hale getirdik. Ben her zaman “bir sorun varsa mutlaka çözümü de vardır” felsefesine inanan bir bireyim. Çözmek için isteğiniz ve azminiz olduğu sürece zor olsa da her sorunun bir çözümü vardır…
Yaşadıklarınızın üstesinden gelmenizin ve bugüne kadar ki başarılarınızın da en önemli kaynağı aileniz olmuş. Ailenizin örnek olacak duyarlılığı ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Aile çok önemli. Aileniz size inandığı ve güvendiği zaman her şey daha da kolay oluyor. Bu konuda çok şanslıyım. Çünkü son derece bilinçli bir ailem var. Ailem her zaman bana inandı ve destek oldu. Türkiye’de birçok aile engelli çocuklarını saklıyor. Oysa ailem bana bir insanın istedikten sonra her şeyi yapabileceği inancını aşıladı. Çünkü bazen bir şeyi ne kadar yapmak isterseniz isteyin destek göremezseniz o yarım kalır. Ailem imkanları ölçüsünde benim için tüm engelleri ortadan kaldırdı ve her şeyi yapabileceğimi düşündü. Dışarıdan belli olmuyor belki ama benim engel seviyem çok ağır; T 5 seviyesinde omurilik felci çok yukarı seviyede bir engel. Vücudumun üçte ikisini hissetmiyorum ve kullanamıyorum. Ama uygun koşulları yarattığınızda hayatınız kolaylaşabiliyor. Bu koşulları da bana sağlayan ailem.
Okuduğum bir röportajınızda ‘Balerin olmak istiyordum’ demişsiniz. Bu hayalinizi neden gerçekleştiremediniz?
Küçükken hep balerin olmak istemiştim ancak Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin yetenek sınavlarını kazanamadım. Daha sonra da kaza geçirdim zaten. Ama şimdi de bale izleyemeye gidiyorum. Kendi yapamadığım şeyleri başkalarının güzel bir şekilde yaptığını görmekten de büyük keyif alırım. Hayatımda yapamadıklarımın yerine yapabildiklerimi koymayı ilke edindim. Her zaman pozitif bir hayatı seçtim çünkü yaşamın insana bir hediye olduğunu düşünüyorum ve insan yapamadıkları üzerine değil yapabildikleri üzerine odaklanmayı tercih etmeli.
Yaşadığınız kazaya rağmen oldukça başarılı bir öğrenciydiniz? Başarınızı neye borçlusunuz?
Ben kendine ve yaptığı işe saygı duyan biriyim. Hayatta neye değer ve emek veriyorsanız onda başarılı olursunuz. Öğrencilik yıllarımdaki başarımı da sportif kariyerimdeki başarımı da çok çalışmaya borçluyum.
Çocukken olmak istediğiniz veya hayalini kurduğunuz bir meslek var mıydı? Şuanda hayalini kurduğunuz mesleği mi yapıyorsunuz?
Küçükken balerin olmak istiyordum. Şu an hem milli okçuyum hem de Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’nde çalışıyorum.
Tekerlekli sandalye kullanan birisi olarak okul sonrası iş bulma sürecinizi ve yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz?
Aslında ben üniversiteyi bitirir bitirmez çalışmaya başlamak istemedim. 1 yıl hem dinlenmek hem de hobilerime zaman ayırmak istiyordum. O sırada bir tesadüf sonucu okçuluk hayatıma girdi. İlk iki yıl sadece okçuluğa odaklanmak istedim ve bunun sonucunda 2006 yılında düzenlenen EPC Avrupa Okçuluk Şampiyonası’nda Avrupa üçüncüsü oldum. Bu başarımın ardından hem okçuluğu hem de iş yaşamını bir arada yürütme kararı aldım ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya başladım.
Ancak Türkiye’de yaşayan birçok engelli, gerek eğitim hayatında gerekse iş yaşamında önyargılı insanlarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Bizzat yaşamasam da insanların engeli, yetersizlikle eşdeğer gördüklerini bu nedenle engelli bireyleri işe almak istemediklerini biliyorum. Ama zorluklarla karşılaştığımızda onlardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bireylerin başlarına ne gelirse gelsin sosyal hayattan kopmaması gerektiğine inanıyorum çünkü ancak bu sayede engellilerin de toplumun vazgeçilmez bireyleri olduğu ve onlarında hak ve özgürlüklerinin diğer bireylerle aynı olduğu bilincini yayabilir ve birbirinin sorunlarını anlayan çözüm getiren kenetlenmiş bir toplum yaratabiliriz.
Şu anki işinizden ve engelinizden dolayı size sağlanan olanaklardan bahsedebilir misiniz? Hiç zorlandığınız oluyor mu?
Çalışma arkadaşlarım ve amirlerim hayat görüşü olarak çok duyarlı insanlar. Engelli bireylerin de engelli olmayan bireyler kadar bu toplumun bir parçası olduğunun farkındalar. Dolayısıyla gerek erişilebilir ve uygun tuvalet ihtiyacı gerekse mimari düzenlemeler konusunda son derece bilinçli davrandılar. Aslında Türkiye’de saygı ve bilinç düzeyi ile ilgili çok ciddi sıkıntılar var. Bizim gibi olmayan ve düşünmeyen herkesi ötekileştiriyoruz. Ben ve ailem 1992 yılında trafik kazası geçirdiğimizde “engel” ve engelli insanların ihtiyaçları konusunda pek bilgi sahibi değildik. Biz bu bilinci kaza sonrasında kazandık ama her evde bir kaza veya bir engelli olması gerekmiyor bilinç düzeyimizin artması için. Önemli olan karşınızdaki bireyin istek ve ihtiyaçları için de en az bize gösterilmesini istediğimiz kadar saygı gösterebilmek. Dinlemiş gibi yapmak değil, gerçekten dinlemek ve çözüm bulmak…
Kamuda çalışıyorsunuz. Özel sektörde çalışmak için girişimlerde bulundunuz mu? Ve Kamuyu tercih etmenizdeki etkenler nelerdi?
Okçuluk sporunda devam etmeye karar verdiğim de bir kamu kurumunda çalışmaya da karar vermiştim. Çünkü eğer bir milli sporcu kamu kurumunda çalışıyorsa ve milli takım kamplarına gittiğinde görevli izinli sayılıyor. Bu da bir sporcunun yaptığı spor dalına odaklanabilmesi için çok büyük bir rahatlık.
Kamuoyunun sizi en çok tanıdığı başarınıza gelecek olursak ilk sporla ne zaman tanıştınız? Hangi branşları denediniz ve neden okçuluk?
Ben geçirdiğim trafik kazasından önce ağırlıklı olarak kış sporları (kayak, buz pateni) yapıyordum. Kazadan sonra ise rehabilitasyon sürecinde yüzmeye başladım. Yaklaşık iki yıl düzenli olarak yüzdüm ancak eğitim hayatımın yoğunluğu nedeniyle spora ara verdim. Bilkent Üniversitesi’nden mezun olunca yeniden yüzmeye başlamayı planladığım zamanlarda, yüzme antrenörümün arkadaşı olan ilk okçuluk antrenörümle tanıştım. Beni okçuluk antrenmanlarına davet etti. İzlemeye gittiğimde ok attım ve çok hoşuma gitti. Yani okçuluğa başlamam biraz tesadüf oldu. Okçuluğa başladığım ilk iki sene haftada yaklaşık 6 gün antrenman yaptım. Çok disiplinli çalıştım.
Okçuluk sporunda, çok küçük kural farklarıyla engelli sporcular engelli olmayan sporcularla beraber aynı atmosferi paylaşabiliyor ve aynı çizgide atış yaparak dayanışma ve rekabet içinde olabiliyor. Engellilerin topluma uyum sorununun çok ciddi boyutlarda yaşandığı ülkemizde, okçuluğun hem bireysel hem de sosyal entegrasyonu sağlayan ve güçlendiren bu özelliği benim için çok önemli. Ayrıca okçulukta başarılı olabilmek için rakibinizle ilgilenmek yerine, kendi performansınıza ve kendi hedefinize odaklanmanız gerekir. Önemli olan en iyi performansı ortaya koymaktır. Ben bu felsefenin hayatın her alanında uygulanabileceğini ve uygulayanların da iyi sonuçlar alacağını düşünüyorum. Okçuluğun bana öğrettiği en önemli şeylerden biri de insanın enerjisini, başkalarının ne yaptığı ile ilgilenmek yerine kendi hedeflerine ulaşmak için kullanması gerektiği…
Bir röportajınızda ‘ilk okum karavanaydı’ demişsiniz. Oysa bugün hem olimpiyat hem de dünya şampiyonluğunuz var. İlk milli takıma ne zaman katıldınız? Elde ettiğiniz ülkemiz adına da onur verici şampiyonluk hikayenizi anlatabilir misiniz?
İlk kez 2005 yılında İtalya’da düzenlenen IPC Dünya Okçuluk Şampiyonası’nda milli oldum. 2006 yılında düzenlenen EPC Avrupa Okçuluk Şampiyonasında Avrupa üçüncüsü, 2007 IPC Dünya sıralamasında ise birinci oldum. Okçuluğa başladıktan sonra süreç içerisinde öncelikli hedefim 2008 Beijing Paralimpik Oyunlarına katılmak ve sonra altın madalya almaktı. Şampiyon olduktan sonra kürsüde İstiklal Marşımızı dinlemek ve bayrağımızın göndere çekildiğini görmek ise hayatımın en heyecanlı anıydı. Şimdi hem Dünya (2009) hem de Olimpiyat Şampiyonuyum (2008). Son üç yıldır IPC Dünya Sıralamasında birinciyim ve 2009 Ağustos ayında Uluslar arası Paralimpik Komite tarafından ayın sporcusu seçildim. Son olarak Türk Spor tarihinde bir ilki gerçekleştirerek Laureus Dünya Spor Ödülleri’nde “Yılın Engelli Sporcusu Adayı” oldum.
Spor çalışmalarınızda (mekan, malzeme ve ulaşım v.b. gibi) ekonomik destek alabiliyor musunuz? Yoksa her zaman olduğu gibi yine aileniz mi tek destekçiniz? Bu nokta da vermek istediniz bir mesajınız var mı?
Ne yazık ki Türkiye’de yerleşik bir spor kültürü yok. Dolayısıyla spora, sporcuya gereken özen gösterilmiyor. Ayrıca birçok spor branşı için uygun ve yeterli tesis bulunmadığı için hem engelli hem de engelli olmayan sporcular antrenman yapabilmek adına büyük sıkıntılar yaşıyor. Türkiye’de engelliler için erişilebilir ve ulaşılabilir spor tesislerinin eksikliğini hep hissediyorum. Pek çok spor dalında olduğu gibi maddi imkansızlıklar, rahatça halledilebilecek birçok konuda bizi kısıtlıyor. Bu yüzden Türkiye’de sponsorluk anlayışının gelişmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Uzunca bir süre sponsorluğumu annem yaptı, hala da yapıyor. Hem maddi hem de manevi anlamda yaşam sponsorum.
Olimpiyatlara hazırlanırken Milli Paralimpik Komite ve Türkiye Bedensel Engelliler Federasyonu birlikte malzeme yardımı ve desteği sağladılar. Faaliyet programımız içindeki kamplarımız ve turnuvalarımız Bedensel Engelliler Spor Federasyonu tarafından karşılanıyor ve maliyeti yüksek oluyor. Okçuluğun yanı sıra bünyesinde 12 spor branşı bulunan federasyonumuzun faaliyetlerinin daha verimli olabilmesi için desteğe ihtiyacımız var. Türkiye’deki engelli nüfusu göz önüne aldığımızda lisanslı engelli sporcu sayısının ne yazık ki çok az olduğunu görüyorum. Oysa bizim gibi genç nüfusa sahip bir ülkenin olimpiyatlara yolladığı sporcu sayısının daha fazla olması gerekir. Evlerinde oturan ve sporla uğraşmayan yetenekli gençlere ulaşabilmeliyiz ki yeni sporcuların yetişmesine ve Türkiye’de spor kültürünün yaygınlaşmasına yol açabilelim. Bu amacı gerçekleştirebilmek için de engellilerin erişebileceği standartlara uygun engelli tuvaletleri de olan spor tesisleri yapmalıyız. Bu nedenle sporun gelişmesine destek verebilecek kişi ve kuruluşların okçuluk sporuna ve diğer branşlara da önem ve destek vermelerini rica ediyorum. Spora başladığım andan itibaren sponsorluk konusunu birçok kez gündeme getirmeme rağmen hala bir sponsorum olmadığını da belirtmek isterim.
Birçoklarının hiç duymadığı ve bilmediği oldukça büyük bir coşku ve beklenti ile katıldınız ‘Laureus Spor Ödülü’ yarışması süreci ve sonrası ile ilgili yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz? Ödül hak eden bir kişiye mi gitti?
Bir sporcu olarak sporun oscarları olarak bilinen Laureus Dünya Spor Ödülleri’ne aday gösterildiğim için çok onur duydum. Branşında en iyi sporcular, uzun yıllar performansları ile dünyayı etkilemiş ve birçok sporcuya örnek olmuş isimlerle efsane sporcularla aynı ödül töreninde olmak mutluluk verici. Sportif başarının yanında toplumda nasıl bir farkındalık yarattığınızın da önemli olduğu bir organizasyon Laureus Spor Ödülleri. Ben bu farkındalığı yaratmak için uğraşıyorum. Benim için önemli olan Türk Spor tarihinde bir ilki gerçekleştirerek ödüle aday gösterilmek. Benimle birlikte dünyada yılın engelli sporcusu kategorisinde 6 aday vardı. Hepsi birbirinden başarılı, branşlarında öncü isimlerdi. Ödülü Güney Afrikalı yüzücü Natalie Du Toit kazandı. Umarım bir dahaki sefere tekrar aday gösterilirim ve bu sefer ödülle dönerim ülkeme.
Çalışma hayatınızda hiç mobing (psikolojik taciz ve yıldırma), ayrımcılık ve önyargılarla karşılaştınız mı?
Hayır karşılaşmadım.
Çalışma hayatınızda prensip ve olmazsa olmaz dediğiniz kurallarınız neler? Bize anlatabilir misiniz?
Sadece çalışma hayatımın değil tüm yaşamımın felsefesi yaptığım işi iyi ve doğru yapmak üzerine kurulu bunun için de disiplinin şart olduğunu düşünüyorum.
Şimdi de çalışmalarınızdan uzaklaşarak bize boş zamanlarınızı nasıl değerlendirdiğinizden ve hobilerinizden bahsedebilir misiniz?
Başka bir şeye pek vaktim kalmıyor aslında. Programlı bir yaşamım var. Hafta içinde işe gidiyorum. Zaten çoğu zaman milli takım kamplarındayım. Kampta olmadığım zaman akşamları evimizin garajında da antrenman yapıyorum. Kalan zamanlarımı ailemle ve arkadaşlarımla geçiriyorum. Yüzmeyi ve tüplü dalışı seviyorum; ama yoğunluğum nedeniyle dalışın en güzel sezonunu genelde kaçırıyorum; çünkü okçuluk bir yaz sporu.
Hiç unutamadığınız ve sizi etkileyen bir anınız var mı? Ve bizimle paylaşabilir misiniz?
Çevremdeki insanların duyarlılıkları konusunda benim için en özel örneklerden biri Bodrum’daki komşumuz Recep Berk’in, iskeleden denize rahatça girebilmem için bana hiç haber vermeden iskeleye kurduğu lift oldu. Yüzmeyi tutku derecesinde seviyorum ve Recep Amcanın bana hazırladığı bu sürprizin beni ne kadar mutlu ettiğini, yaşamdaki motivasyonumu ne kadar arttırdığını ifade etmem oldukça zor.
Bir de olimpiyatlara gitmeden önce Bodrum’dan bir komşumuz yeni doğmuş torununun göbek bağını “büyüyünce sporcu olsun, olimpiyat köyünde kalsın, başarılı olsun” diye Pekin’e Olimpiyat köyüne gömmem için verdi. Ama biri beni göbek bağını gömerken görecek, ben de o zaman ne diyeceğim, nasıl anlatacağım diye nasıl gömdüğümü bilemedim…
Deneyimlerinizden yola çıkarak engellilerin istihdamda hak ettiği yeri alması için sizce neler yapılmalı?
Aslında Türkiye’de hangi sorunlu konuyu ve bu konuya i