Karanlıkta

Eşimle elele perdenin kenarını tutup altından geçiyoruz. Arka arkaya dizilmiş 5 çift dar bir koridorda yürüyoruz.   Koridorda ışık giderek azalıyor, ortam karanlıklaşıyor, yüreğim de öyle. 

Gerginim. Daha önce buna benzer yaşanmışlığım yok. Buraya gelmeden önce defalarca düşündüğüm şey tekrar aklıma geliyor. Bir mazeret bulup kaçmak. Sakin, tekdüze ve bilindik hayatımdan kalkıp neden böyle bir işe kalkıştığımı günlerdir yaptığım gibi tekrar kendime soruyorum. Ama cevabı yok. Hani nedenini henüz kelimelere dökemezsiniz ama istemiyor da olsanız yapmamaktan kaçınamazsınız, itiraz edemezsiniz ya, işte ben aynen bu noktadayım.  
Neyse ki yanımda eşim var. Elimi tutan eli güven veriyor. Yalnız olmadığıma şükrediyorum. İyi ki eşimi de sürüklemişim buralara diyorum. Ara sıra birbirimize söylediğimiz; ortamı yumuşatan cümleler işe yarıyor, biraz sakinliyorum. O da iyice sorup öğrenmeden bu işe kalkıştığından pişmandır belki de.. Ama hiç belli etmiyor, sesini duymak beni rahatlatıyor.
Yürüdüğümüz koridorda ışık azaldıkça elini daha sıkı tutuyorum. Çünkü tanıdık sularda gezindiğimin tek göstergesi o yumuşak eller. Gözlerim yavaş yavaş foksiyonunu yapamaz oluyor ve şimdi gördüğüm tek şey karanlık.
Bir elimle önümde yürüyen kişinin omzundan tutmam, diğer elimi de yan tarafımdaki duvara değdirmem söyleniyor. Önümde yürüyene ait ve tanıdımadığım bir omzu kardeş omzu gibi tutuyorum, ondan güç almak istercesine.   Eşimin elini zorlanarak bırakıyorum. Şimdi onunla tek bağımız benim omzumdan tutan eli. 
Duvara sürtünen elim ilerlediğimizi, bir köşeden geçtiğimizi anlatıyor bana. Duyduklarımdan, başkalarının da olduğu bir ortama girdiğimizi anlıyorum. İnsan konuşmaları çarpıyor kulağıma. Bize rehberlik eden kişinin yönlendirme konuşmaları hızlanıyor. Yürürken çarptığım kişilerden salonda başkalarının olduğunu anlıyorum. Sol tarafımızda elimiz ile bir tabureye dokunacağımızı ve o tabureye oturmamızı söylüyor rehberimiz. Tabureyi elimle inceleyip büyüklüğünü ve yüksekliğini anlamaya çalışıyorum. Sonra yavaşça oturuyorum. Neyin üstüne oturduğumu görmediğimden beni taşıyacağından emin olmadığım için yavaşca çöküyorum ve ağırlığımı yavaş yavaş veriyorum.
Hemen sesimle eşimi bulmaya çalışıyorum. Omzumdaki elini tutuyor ve yanıbaşıma oturduğundan emin oluyorum. Şimdi rahatım. Hareketsiz olmak daha güvenli. Çarpma, düşme korkusu yok.
Etrafımda oturan başka insanlar olduğunu duyuyorum. İlk dikkatimi çeken şey herkesin yüksek sesle konuşuyor olduğu. Ben de sesimi yükselterek konuşmak zorunda kalıyorum, ki bundan bir yandan da huzursuz oluyorum. Eşimin sesinin geldiği yönde oturduğunu varsayıyorum. O yöne doğru hafifçe dönüyorum. Halbuki ne kadar kolaydı anlaşmak görürken. Hatta anlaşmak için kelimelere bile gerek olmazdı çoğu zaman. Aklıma verdiğim iletişim dersleri geliyor ve neden bağırarak konuştuğumuzu anlıyorum. Çünkü iletişimimizde beden dilimiz devre dışı !
Göz bebeklerim oynuyor. Etrafta bir ışık hüzmesi görmek umuduyla, ama yok. Telefonlarımız bile tamamen kapatıldı, sessize almak değil tamamen kapatmamız istendi. Bir süre sonra gözbebeklerimin istemsiz oynadığını hissediyorum. Gözümü kapatmadığım sürece oynamaya alışkınlar çünkü. Görmeyenlerde rastladığım gözbebeklerinin istemsiz hareketinin nedenini şimdi anlıyorum. 
İlk oturduğum anlara göre heyecanım yatışıyor. Karanlık beni eskisi gibi ürkütmüyor. Tanımadık bilmedik bir ortamda ışıksız kalmanın sıkıntısı hafifliyor. En azından yanımda elini tuttuğum eşim var. Sonra birden telaşlanıyorum. Bu elini tuttuğum el gerçekten eşimin mi yoksa başka birine mi ait? Görmüyorum ki! Birden eşimin sesine ve eline doğru hamle yapıyor ve başımla başını buluyorum. Yakınlaşınca onun tanıdık kokusu burnuma çarpıyor, rahatlıyorum. Ve bunu gösteri boyunca birkaç kez emin olmak için yapıyorum.
Salonun dolduğunu artan gürültüden anlıyorum. Zaman zaman birileri diğerlerini sessiz olmaları için uyarıyor. Ama nafile. Herkes bir ağızdan konuşuyor. Görünmezliğimizi sesimizle telafi etmeye çalışıyoruz sanki. Sesler yüksek, gülüşler abartılı, konuşmalar hızlı.
Sonra bir kadın sesi duyuluyor. Konuşmalar kesilip herkes dinlemeye geçiyor. Hoşgeldiniz diyor ses, gösterimiz başlamak üzere. Heyecanım ve merakım artıyor, oturduğum yerde hafif dikleşiyorum.
Sonra Mehmet Kızıltaş’ın sesi duyuluyor, selamlıyor hepimizi. Sahnenin nerede durduğunu sesinden anlayamıyorum. Belki sırtım sahneye dönük, belki de sahneye yan oturmuşum bilemiyorum. Bir süre sonra kafamda sahneyi oturtmaktan vazgeçiyorum. Şu an çalışan iki duyum var sadece duyma ve dokunma.
Oturduğumuz yerden kalkmamızı söylüyor Mehmet Bey. Etrafa çarpmamaya özen göstererek ayağa kalkıyoruz. Stand-up gösteride oturacak değildik ya! Bir süre ayakta kaldıktan sonra eşime fısıldıyorum. “Hadi oturalım, nasıl olsa kimse oturduğumuzu göremez!”
Mehmet Beyin esprileri üst üste geliyor, kendi sesinin yanısıra başka sesleri de kullanıyor, kah bir anekdot duyuyoruz kah bir fıkra kah bir anı. Bilindik şarkılara eşlik ediyor, hüzünleniyor ve önceden seyrettiğimiz filmlerin sesiyle filmi tekrar seyrediyor gibi oluyoruz. Eğlenmeye başladığımı hissediyorum. Kimsenin görmediği bir ortamda görmemek hiç sorun değilmiş. Görmüyor sadece duyuyorum tıpkı salondaki herkes gibi. O yüzden öteki değilim, dışlanacak bir farklılığım yok.
Salondakilerin yarısı görüyor yarısı görmüyor olsaydı ne olurdu diye bir varsayım üzerinde düşünmeye başlıyorum. Daha da ileri gidip bu iki farklı grubun birbirinin durumundan haberi olmasaydı ne olurdu diye soruyorum kendime. Mesela ben gören biri olarak görmeyen birisinin omzumdan tutmasına nasıl bakardım? Ya da taburemi bulmaya çalışırken çarptığım görmeyen kişi bana bu kadar anlayışlı olur muydu? Dizlerinden rahatsız olan annemin daha rahat yürüyebilmek için ağırlığını vererek sürdüğü alışveriş arabası ile ilerlerken arkadan çarptığı ve o yaşlı haliyle özür dilediği halde, anneme kızgın gözlerle bakıp özrünü kabul etmeye bile tenezzül etmeyen o şapkalı adam aklıma düşüyor. Onun annesi hiç yaşlanmayacak mı acaba? Çarpmayacak mı birisine? Bu kadar mı uzak yürümekte zorlanan yaşlı bir insana ? Ya kendisi hiç yaşlanmayacak mı , hep öyle genç mi kalacak ?
Anlıyorum ki hepimizin aynı olması olası çatışmaları engelliyor. Herkesin bizim gibi olması, bize benzemesi rahatlatıcı. Ama gerçek öyle değil. Farklılıklarımız var anlayış göstermemiz gereken. Bizden olmayanı dışlamayan, bize benzemeyen, ötekileştirmeyen bir anlayışa ihtiyacımız var. Bizi zenginleştiren ve bilgeleştirecek olan da bu. Bir adım attım ben bu konuda. Bir buçuk saatliğine bile olsa başka birinin hayatını yaşadım. Yabancı ortamlarda ışıksız Zuhal oldum. Görmeyenlerin ne hissettiğini anlamaya çalıştım, tıpkı bir salon dolusu insanın yapmaya çalıştığı, Mehmet Bey’in de göstermeye çalıştığı gibi.
Hayatın bu yönünü hiç görmemiştim! Bana gösterdikleri için teşekkürler Mehmet Kızıltaş, teşekkürler Karanlıkta Dialog.
Alt Logolar
Sosyal Medya’da takip edin!
App Store Google Play
Copyright © 2005 - ∞ Engelsizkariyer.com - Her hakkı saklıdır.
EngelsizKariyer.com, sosyal girişimcilik markası olarak EK EĞİTİM İNSAN KAYNAKLARI VE DANIŞMANLIK LTD. ŞTİ.' ye ait bir sitedir.
Engelsizkariyer.com Logo
z