İnsanoğlu kurduğu ilişkilerinde hep anlaşılmayı bekler. Anlaşılamadığında kendini değersiz hisseder. Algıları “Kimse beni sevmiyor” durumuna kadar subjektif olarak büyür. Oysa anlaşılmayı beklemek işin kolay yanıdır. Kolayı seçip anlaşılmayı beklerken varsayımları devreye girer. Anlaşılmadıkça kendi varsayımlarına göre subjektif düşünceler geliştirir. Hatta bunlar inançlara dönüşür. Böylece gerçek algılardan gittikçe uzaklaşır ve yıllarca neler olup bittiğini anlayamaz. Anlayamadığında strese girer ve yargılamaya başlar. Yargılamak da kolay olandır. Öncelikle başkalarını sonra da kendini suçlar. Bazıları başkalarını suçlamanın kendini suçlamanın tek alternatifi olduğunu sanır. Oysa üçüncü bir seçenek daha vardır: “Suçlamamak”
Kolay değildir suçlamamak. Neredeyse tasavvufda ki bilgelik seviyesindedir. Peki kolay değil ama çok mu zor ya da hiç mi mümkün değil? Değil elbet... Belki kolay değil ama mümkün... Neden mümkün? Çünkü insanoğlu bunlarla baş edebilmeye muktedirdir. Etki alanını yani kendi kaynaklarını göremediği ve kullanamadığı için bunu fark edemez. Hep “Benim dışımda olanlar” diye söz başlar. “Benim elimde olsa” diye devam eder. “Yetkimiz yok ki” diye sıyrılmaya çalışır.
Oysa etki alanının yani kendinin farkında olan insanlar için tüm algılar yerinden oynar. Onlar ki etki alanının dışında gelişen olaylarla ilgili de çok geniş bakış açısına sahiptirler. Etki alanında değilse ya kabullenir ya da etki alanını genişletirler... İnsanlara bunu söylemek bazen risk doğuruyor, kabullenmeyi yanlış anlayıp hemen kabullenmeye odaklanılıyor, etki alanını genişletmeye çok kişi yanaşmıyor, hatta es geçiliyor. Kabullenmenin o bildikleri teslimiyet / kadercilik “olmadığını” anlatmak gerek. Teslimiyette kaderine razı olmak, kabullenmekte ise "ben bunun için ne yapabilirim" dürtüsü hakim… Belki de etki alanını genişletmenin ilk adımını atmak için de kabullenmek gerekiyor.
Ağırlık ya da denge merkezimizi kontrol etmeyi öğrenmek gerekiyor. Bazen sadece "yavaşlaaaaaaa" sözü bile yetiyor...
Ve insanoğlu yavaşlayınca yaşadıklarından öğrenmeye başlar. Hayat bir tevazu dersidir... Hayat burnumuzu sürte sürte öğretir... Tevazu da onu takip eder.
Sonra birden bir şey olur ve insan bu yaşadıklarını anlamaya başlar. Anlaşılmayı beklemek yerine anlamanın ne kadar çok şey kazandırdığını yavaş yavaş idrak ettiğinde, bunları daha önce nasıl fark edemediğine hayıflanır durur. Sonra başına gelen her şeyi tek tek anlamaya çalışır ve idrak eder.
Sonra seçim yapabilme özgürlüğünü fark eder. Aydınlanmada fotoğraf o zaman netleşmeye başlar
ve seçeneklerini fark eder. Özgüven ve cesaretini iyiden iyiye hissediyordur artık...
Gülümseme yerleşir, zira özmotivasyonunu bulmuştur. Böylece farkındalığına sahip çıkma kararı alır ve bu kendine bir taahhüttür artık. Aklın yanı sıra artık yürek de devrededir. Bu motivasyonla eyleme geçer.
Ve dönüşüm başlamıştır artık...
Geri dönüşü ise yoktur...