Uzun bir aradan sonra çalışma hayatının verdiği haz ve üretme hissinin verdiği mutluluğa kavuşmuş oldum. Bu süreçte annelik mesleğinin içinde ilgi sevgi ve şefkatin yoğun olduğu en zor meslek olduğunu keşfettim. Şimdi sizlere çalışan bir anne olarak hem iş hayatı hem de annelikle yoğrulmuş yazımı paylaşıyorum.
Çalışan bir annenin çocuğu olarak bebeğimden mümkün olduğu kadar geç ayrılma kararı aldım ve 1 yaş 3 aylık olduğunda bebeğimden günde 9 – 10 saat ayrı kalmaya başladım. Çocuğumla buluştuğumuzda ikimizin de özlemi geçirdiğimiz vaktin daha kaliteli geçmesine neden oluyor. Böylelikle daha iyi iletişim kurma ve anlama, oyunlar oynama, günlük yaşam faaliyetlerimizi ortak paylaşımlarla sürdürürken daha uyumlu olmak için her şeyi yaptığımızı fark ediyorum. Mümkün olduğunca gülücükler eşliğinde zamanımızı geçirmeye özen gösteriyorum. Ancak olumsuz tutumlarda ısrarcı olunmaması için denge kurmayı ihmal etmemek gerekiyor. Uygun zamanlarda onunla nasıl daha etkili ve faydalı iletişim kurabilirim bunun araştırmasını da ayrıca yapıyorum.
Şimdi gelelim insan oğlunun altın çağını nasıl yaşadığına, çalışmanın özellikle bir anne için hayata tutunma dalı olduğuna ve en verimli günlerimizin çalışma yaşamında geçirdiğimiz zamanda nasıl saklı kaldığına…
‘İnsan yaşamanın amacı başkalarına hizmet etmek, şefkat göstermek ve yardımcı olmayı istemektir.’ diyor DR. Albert Schweitzer. Öyleyse insan çalışmak, üretmek ve paylaşmakla mutlu olan bir varlık. Bir bardak su vermenin toplumumuzda öteden beri çok kıymetli bir yeri vardır. Su içenlerin o akıllardan çıkmayan ‘Su gibi aziz ol!’ deyişleri ile güzel temennilerde bulunması bunu ispatlayan muhteşem bir durumdur.
İnsan ömrünün 60 yılının 20 yılını uyuyarak geçirmesi aslında çalışmak için verilen zamanın ne kadar az olduğunu gözler önüne seriyor. İşte bu kısa süreye ben altın çağ diyorum. Çünkü altın çağ hastalık ve yaşlılık gibi durumlarla gittikçe kısalmakta. Bu altın çağı en iyi şekilde değerlendirme planlarını yapmak gerekli.
Belki bu altın çağın başında, belki ortasında, belki sonlarındasınız, bunun hiç önemi yok. Altın çağımız şu anda gizli. Şu an yaşadığımız an bizim altın çağımız; zamanımızın ne kadar kıymetli olduğunu bize hatırlatan ve altın çağın sonunda bizi bekleyen hayata hazırlık döneminin için bulunduğumuz an.
Anların kıymetini bilmek yetmiyor, üretmek için çaba göstermeliyiz. Hangi iş kolunda olursak olalım hangi işi yaparsak yapalım her iş kıymetlidir. Kıymetli işlerimizin değerini bilerek güne başlamayı ihmal etmemeliyiz.
Şöyle bir etrafa bakalım, eğer çöpçüler olmasaydı, eğer temizlikçiler olmasaydı, eğer çaycılar olmasaydı, eğer aşçılar olmasaydı, eğer münibüs şoförleri olmasaydı, eğer taksiler olmasaydı, eğer kâğıt toplayıcılar olmasaydı, eğer eğer eğer… ben her birinin ayrı görevi olan ancak vasıfsız gibi görünen bu işlerde çalışan kişileri herkesten daha çok önemsiyorum. Nedense inşaat içsisi olmayı kolay kolay kimse tercih etmek istemez, hal bu ki eğer onlarda olmasaydı diye kendi kendimize sormamız gerekmez mi?
Hiçbir iş diğerinden üstün değildir, sadece çalışma koşulları ve işin nitelikleri farklıdır. Hemşirelerin hepsi doktor olmak isteseydi ya da doktorlar sekreterlik de yapmak zorunda kalsaydı ne olur du? Peki engelli kadrosunda işe alınan tüm engelli adaylara sadece temizlik ve depo görevlerinin dışında hiçbir iş yapamaz gözüyle bakılmasına ne dersiniz? Engelli ne demek? Engelli hiçbir iş yapamaz demek mi? Engelli müdür olamaz mı? Engelli başbakan? Engelli başkan? Engelli doktor... Engelli yazılımcılar, engelli diş hekimleri, engelli sunucular, engelli spikerler, engelli şarkıcılar, yazarlar ve daha nice bilim adamlarına ve dehalara kadar engelli her zaman var. Ancak engelli gözler engelli düşünceler engellilerin her işi yapamayacağına inanırlar. Engellilere fırsat vermek, onlara her iş alanında esnek yaklaşmak gerekiyor. Ve tabi engellilerinde her işin kıymetini bilerek fırsatların sunulduğu ortamlarda altın çağını en iyi şekilde değerlendirmesi gerekiyor.
Ve çalışan bir anne ile sizleri baş başa bırakmak istiyorum. Satırlarımın konuk yazarı Selma Gürbey şimdi sizlerle…
Merhabalar, ben Selma Gürbey 1970 İstanbul doğumluyum. 1996 yılında iş hayatına girdim, Yaşama Sevinci Dergisi, Açık Radyo, İstanbul Vakfı, İstanbul Özürlüler Müdürlüğü ve en son Miniaturk gibi önemli kuruluşlarda çalıştım. Engelimden dolayı genelde işverenlerin pek tercih etmediği bir ortopedik engele sahip olmama rağmen şansım yaver gitmiş olacak ki böylesine önemli yerlerde çalışabildim. Ulaşılabilirliğimi özel tertibatlı otomobilim ve yaşamın içinde yer almamı sağlayan tekerlekli sandalyem ile sağlamaktayım.
Engelimden dolayı her ne kadar eğitim almam kolay olmamış olsa da; AOF Halkla İlişkiler ve İşletme Fakültesi Lisans mezunu olabilmeyi başardım. Hatta kariyer bile yapabilmeyi başardım. Halen Miniaturk de Halkla ilişkiler Uzmanı olarak çalışmaktayım.
Her bayan gibi çalışma hayatına hamileliğimin ilerleyen döneminde, doğumuma 8 hafta kalaya kadar çalıştım. 2007 yılının Mart ayında nur topu gibi bir evlat dünyaya getirdikten sonra kanunun verdiği süre olan yine 8 hafta ardından yıllık izinlerim ile uzatabildiğim çocuğumun yanında olabildiğim kadar olabilecek kadar ara verdim. İş hayatına geri döndüğümde bebeğim 4,5 aylıktı.
İş hayatına geri dönünce anneler anne sütü ile besledikleri bebeklerine mama takviyesi de yapmak durumunda kalıyorlar. İlk başta bu durum elbette ki yeni anne olmuş bir bayanı etkiliyor. Bunun verdiği burukluk ile dönmüştüm işime…