MENGÜÇ; 'ELİMDEKİNİN KIYMETİNİ BİLİRİM; AMA BUNUNLA YETİNMEM...'

İdealist, cesur, girişimci, sıradışı ve daha sayamadığımız başarıların sahibi ve mimarı Ali Fuat Mengüç Turizm Bakanlığı’nda çalışıyor. Ne çocukken ne de gençlik yıllarında bir mesleğin hayalini kurma lüksünün olamadığını, ille de hayal kurmak gerektiğinde biraz daha sağlıklı günlerin, fiziksel ve sosyal anlamda daha yaşanabilir bir dünyanın, önyargısız yaklaşımların ve bakışların hayalini kurduğunu vurguluyor.

Mengüç, başarılarla dolu hayatının ilk sürecinden bahsederken heyecanla ‘Yüzme bilmediğim halde derin sulara atladığımı düşünüyordum. Biraz öyle de oldu aslında. Yani epey su yuttum, epey çırpındım. Sonunda kendime güvenimi geliştirdim, yapabileceklerimin ve yapabildiğimin farkına vardım’ diye özetliyor kendisini. Şimdi Ali Fuat Mengüç’le aynı sularda yüzebileceğiniz, aynı denizin kokusunu alabileceğiniz, aynı maviliklerde kaybolabileceğiniz ve birlikte derin kulaçlar atacağınız sıradışı başarı hikayesi ile sizleri baş başa bırakıyoruz.  
  
 Ali Fuat Mengüç, Tarık Akan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Joost Lagendijk ile çekilmiş resimleri
 
Sizi tanıyabilir miyiz? Bize okul yıllarınızdan ve CP’li biri olarak eğitim süreciniz de yaşadığınız zorluklardan bahsedermisiniz?
 
Memnuniyetle kendimi tanıtayım. İstanbul’da Zeynep Kamil Hastanesinde 1963 yılının 5 Eylül günü sezeryan doğumla 5,5 kiloluk iri bir bebek olarak dünyaya gelmişim ve hayatımın yönüyle ilk günden oynanmış. Çünkü ya hastane koşullarından ya da sağlık ekibinin özensizliğinden ve hatalarından belki de hepsinin ve başka bilinemeyen nedenlerin mevcudiyetiyle beyin felci (Cerebral Palsy - CP) derdiyle hayata başlamışım. Aslında bu durumun tespiti de ne yazık ki hemen yapılamamış ve ailemin durumu öğrenmesi için neredeyse 2 yıl geçmesi gerekmiş. Ne zaman ki yürüme yaşım geçipte ‘yahu bu çocuk niye hala yürüyemedi’ gecikmeli sorusu sorulduğunda gerçekle tanışılmış ve başlamış ilk mücadele…
 
İlkokula Merzifon’da başladım, Ankara’ya geldik ve öğretim hayatımı burada sürdürdüm. Aydınlıkevler Lisesi’nde birazcıkta siyasetle renklendirilmiş(!) yıllarda (1977-1980) okudum. Sonrasında da ver elini Hacettepe Üniversitesi Sağlık İdaresi Yüksek Okulu… Arkasından Maliye Fakültesi’ni de kazandım; ancak, ah şu YÖK ve eğitim sistemimiz yok mu, gelecek planlarımızla öylesine oynadılar ki.
 
Okul yıllarım zorluklarla geçti. Sağlık sorunları, ameliyatlar, uzun sürelerle yatağa bağlı kalmalar, bir paket gibi okula taşınmalar, önyargılar ve o bakışlar… Hem fiziksel koşullarla ve sakat zihniyetlerle mücadele etmek hem de duygusal olarak ayakta kalmak gerekiyordu. Başardım ama çok zorlandım ve yıprandım. Hacettepe yıllarında Türk Sanat Müziği ile uğraşmak ve üniversitenin korosunda korist olmak okul yıllarının nadir yaşadığım güzelliklerinin başında gelir. 
 
Hacettepe yıllarından sonra İngiltere’ye gittim. Nasıl gidebildiğime ben bile bazen inanamıyorum. 2 yıla yakın hem İngilizcemi geliştirdim hem de çeşitli sivil toplum kuruluşlarında çalışarak, engelli bir İNSAN (!) olmanın farkına vardım. Geri dönmeye de hiç niyetim yoktu. Size çok arabesk gelebilir ama sıla hasretine dayanamadım. İyi ki de dönmüşüm. Hayatımın insanıyla tanıştım; binbir güçlüğü aşarak, herşeye ve herkese rağmen evlendik. Bu gerçek bir ‘Love Story’dir ve 21 yıldır sürmektedir.
 
1992 yılında Avusturya’dan burs kazandım ve oğlum 18 günlük iken Salzburg’ta Turizm Yönetimi okumaya gittim. 1995-96 yıllarında da Devlet Lisan Okulu Almanca Bölümü’nde okudum. Halen de Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi (Açıköğretim) İktisat Bölümü 3.Sınıfında okuyorum. Böylece eğitim adına içimde ukte kalacak bir şey bırakmamaya ve ‘okumanın yaşı yoktur’u göstermeye çalışıyorum.      
 
Anlattıklarınızdan etkilenmemek ve sizdeki kararlılık başarı odaklı girişimciliğinizi kıskanmamak imkansız. Peki çocukken olmak istediğiniz veya hayalini kurduğunuz bir meslek var mıydı? Şu anda hayalini kurduğunuz mesleği mi yapıyorsunuz?
 
Ne çocukken ne de gençlik yıllarımda bir mesleğin hayalini kurma lüksüm olamadı. İlle de hayal kurmak gerektiğinde biraz daha sağlıklı günlerin, fiziksel ve sosyal anlamda daha yaşanabilir bir dünyanın, önyargısız yaklaşımların ve bakışların hayalini kurdum hep.

Üniversitede, okuduğum alanda çalışmayı hiç düşünmediğim ve istemediğim için gençlik turizmi ile ilgilenmeye, gençlik kampları ve etkinlikleri içinde yer almaya ve organize etmeye başlamıştım. Nitekim İngiltere’den döndükten sonra bir seyahat acentasına girerek turizm sektörüne tam geçiş yaptım. Akabinde de Turizm Bakanlığı’nda memuriyet başladı.

 

Çalıştığım alanı seviyorum. Turizm renk demek, farklılık demek, yeme-içme, eğlenme, gezip görme, pek çok insanla tanışmak demek. Bunların hepsi de kulağa hoş geliyor değil mi? Şimdi diyeceksiniz ki bunları kim yapmak istemez. Ama bunları yapana turist deniyor, bunların yapılması için çabalayana da turizmci. Ben turizmciliği de, turistliği de hem zevkle yapıyorum hem de çok seviyorum…

CP’li olarak eğitiminizi tamamladıktan sonra iş bulma sürecinizi ve yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz?
 
Hayatımın en önemli kararlarından biri, kimsenin yardımını ve desteğini almadan İngiltere’ye gitmekti. Yüzme bilmediğim halde derin sulara atladığımı düşünüyordum. Biraz öyle de oldu aslında. Yani epey su yuttum, epey çırpındım. Sonunda kendime güvenimi geliştirdim, yapabileceklerimin ve yapabildiğimin farkına vardım. 
 
Engelli ya da engelsiz fark etmez, eğer bir insanın kendine güveni yoksa o insanın hayatındaki zorlukların katsayısı da artıyor. Nasıl bir binanın sağlam temele oturtulması deprem sarsıntılarından asgari zarar görmesini sağlıyorsa, insanın zorluklardan asgari etkilenmesinin yolu da kendine güvenmekten geçiyor.
 
İş için sınavlara girdim. Bakanlığın sınavını da birincilikle kazandım. İş geldi, sağlık raporuna dayandı. İlk gittiğim hastaneden aldığım rapor, hiç unutamayacağım bir insanlık ayıbıdır ve ibret belgesidir. Rapordaki sakatlık oranı ne idi biliyor musunuz? %100
Yani o rapora göre ben yoktum, bir hiçtim ve yaşamıyordum. Bu raporla işe kabul edilme şansım olamazdı.
 
Yaşadığım şoku atlattıktan sonra hemen bu rapora itiraz ettim. Tahmin edilebileceği üzere kıyametler koptu. Hekimler ne derse sonuç değişmez ve oydu!
 
Vur-tut pazarlığı ve ‘yapmayın etmeyin, çocuk işe girecek’ feryatları sayesinde sakatlık oranını %85’e çektiler. Bunlar bir filmden alınma değildir. Benim ve benim gibi pek çok engelli insanın yaşadıklarıdır bunlar… Hangi hastaneymiş bu? diye merak edenler olacaktır. Adını vermiyorum ama versem bile ne fark eder ki! Sanki ‘Yahu biz ne halt etmişiz’ falan mı diyecekler.
 
İşe girdikten bir süre sonra vergi indiriminden istifade edebilmek için bu konuda rapor vermeye yetkili kılınmış bir hastaneden biraz daha özenli bir muayeneden sonra %49 oranıyla bir rapor aldım. 
 
 Ali Fuat Mengüç, Anadoluda tarihi yapılar önünde çekilmiş resmi
 
Engeliniz şuan ki işinizi yapmanıza bir engel oluşturuyor mu?
 
Bu sorunuzun yanıtı ‘elbetteki hayır’dır. Bedensel engelimin bana engel çıkarabileceği alanları o kadar daralttım ki artık beni tutmak çok zor.
 
Hem kamu çalışanı hem de STK yöneticisi olarak çalıştığınız ve diğer mekanlarda mimari problemlerle karşılaşıyor musunuz? Ve bu problemleri nasıl aşıyorsunuz?
 
Ülkemizde mimari / fiziki düzenlemeler yapılırken engelli insanlar kesinlikle düşünülmüyor. Düşündüğünü söyleyen ve bu bağlamda yaptıklarını göstermeye çalışanların da amacı mevzuatla ters düşmemek. Yani adet yerini bulsun diye bazı şeyleri yapıyorlar. Sonrasında da normale (!) dönüyorlar. Örneğin rampa yapıyor, ruhsatı alıyor ve bir süre sonra rampanın başına da sonuna da büyük çiçek saksılarını yerleştiriyor ki süsü bozulmasın. Ya da engelli kişilerin kullanımı için düzenlenen tuvaletler bir süre sonra temizlikçilerin malzeme deposu haline dönüşüyor. Bu örnekleri arttırarak çoğaltmak mümkün.
 
Ben de diğer engelli arkadaşlar gibi bu sorunlarla başta işyerim ve girdiğim sosyal ortamlar olmak üzere hemen her yerde karşılaşıyorum. Çoğu kez bunları aşmakta çok zorlanıyorum. Talihsiz olaylar yaşıyorum. Ama yapmadığım bir tek şey var, o da teslimiyet. Elbette ki bu bir anlayış ve yaşam kültürü konusudur. Bireysel olarak ne yaparsak yapalım. Ancak damlayan musluk gibi kovayı doldurabiliyoruz. Ben tüm hayatımı buna benzer damlama mücadeleleriyle geçirdim. 
 
Çalışma hayatınızda hiç mobbing, ayrımcılık ve önyargılarla karşılaştınız mı? Eğer karşılaştıysanız kısaca özetleyerek bu süreçlerle nasıl başa çıktınızı anlatabilir misiniz?
 
Karşılaştığım ayrımcı ve önyargılı davranışların haddi hesabı olmadı. Artık ayrımcı ve önyargılı anlayışın insanların genlerin de olduğunu düşünüyorum. Bunun tamamen yok edilemese bile ıslah edilebilmesi adına daha anaokulundan itibaren eğitim verilmesinin ve yetişkinlere de hani şu çok popüler olan kişisel gelişim eğitimleri var ya onlardan verilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.
 
Ne yazık ki mobbingle de tanıştım. Üstelikte yurtdışında görev yaparken mobbinge uğradım. Tam anlamıyla azap yaşadım ve depresyona girdim. Bana mobbingi yaşatan kişi ile aynı ortamda çalışıyorduk ve tüm ekip 3 kişiydik zaten. 3.kişi de bir yabancıydı. Bu insani değerlerden nasibini alamamış kişi, benim kendisi ile aynı olanağa ulaşabilmemi hiçbir zaman hazmedemedi. Bunu açıkça ifade etti ve o ortamdan kaçmam için elinden geleni yaptı. Benim üstüm bir pozisyonu olduğu için de çoğu kez çaresiz kaldım. Ben ne yaptım? Dava açtım, yıllarca sürdü. Sonuçta bana yapılanlar yapanın yanına kar kaldı. Zaten o yıllarda mobbingi davasına konu eden birkaç kişiden biriydim. Kavram sonra ki yıllarda daha bilimsel bir temele oturdu ve anlaşılır oldu.

'Engelli İnsan Hakları Derneği’ni kurma fikri nasıl oluştu? Neden başka isimlerde değil de Engelli İnsan Hakları adında?

İnsan hakları denildiğinde hemen siyasi ve önyargılı bir yaklaşım sergileniyor. Ne yazık ki çok yakın geçmişe kadar bu durum engelli insan hakları örgütlenmesinde de kendini gösteriyordu. Nitekim derneğimizin kuruluşunda adımızın sakıncalı görüntü vereceği ve daha farklı bir ad kullanılması yönünde ürkek ve garip eleştirilerle karşılaştık. Bu ürkeklik engelli örgütlerinin mücadele anlayışını etkiliyor ve çalışmalarına kısıtlama getiriyor. Engelli örgütlerinin büyük çoğunluğunun adında ‘yardım’, ‘yardımlaşma’ ‘koruma’, ‘kalkındırma’ gibi ifadeler bulunur. Bunun anlamı “bizim halimiz içler acısı, ne olur bize yardım edin” dir. Nitekim bazı engelli örgütleri sivil örgütlenmeyi neredeyse bir tür dernekler yasasına uygun dilencilik haline getirmiş durumdadır. Çok üzülerek ifade etmeliyim ki engelli sivil örgütlerinin büyük çoğunluğu hak arama bilinciyle hareket etmek yerine, günü kurtarmaya çalışmakta ve bir şeyler yapıyoruz diyebilmek adına yasa desteğiyle dilenciliğe varacak utanç verici faaliyetler yapmaktadır. Bu durum beni çok rahatsız ediyor ve samimi olmak gerekirse utandırıyor.
 
Durum o hale gelmiş ki, artık medya bile bundan pay almaya başlamış durumda. Yani engelli örgütleri kendi elleriyle hiç hakkı olmayan kesimlere engellilerin sırtından ‘rant’ yaratma olanağı vermektedir. Engelli insanların yaşamsal konularının popüler olmasını, halkın duygularını uyarmasını ve maddi getirisinin yanı sıra prestij getirisini de fark eden bazı uyanıkların iştahı kabarmaktadır. Bu uyanıklar ya mevcut dernekleri kullanarak ya da kendileri bizzat dernek kurarak sırf bu getirilerin hatırına web siteleri oluşturmakta, kampanyalar yapmakta, basına ve medyaya çıkarak büyük paralar toplamaktadırlar. Bu paraların nerelerde kullanıldığı konusunu paylaşmakta ise paraların toplanmasındaki kadar açık, net ve cömert bir görüntü sergilememektedirler.
 
Ne yazık ki eğitimden mahrum bırakılmış, iş ve meslek sahibi olamamış, sağlık sorunlarıyla başa çıkmakta çaresizliğe itilmiş engelli insanlarımız ve aileleri denize düşmüşün yılana sarılmışlığını yaşamakta ve bu durumdan vazife çıkaranların insafına kalmaktadır. Birkaç iyi niyetli örgütün çabası ise ne yazık ki yetersizdir. Derneğimiz, işte bu durumlara karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
 
Bizim için engelli örgütlenmesi, insan onuruna yaraşır bir yaşamın mücadelesidir. Bunun için Engelli İnsan Hakları adıyla sivil örgütlenmemizi gerçekleştirdik.  
 
Dernek olarak neler yapmayı planlıyorsunuz? Derneğinizin projeleri var mı?
Engelli İnsan Hakları Derneği (EN-İNSAN DER) olarak amaç, anlayış, üslup ve yöntemlerimizle farklı bir engelli örgütüyüz. Biz hak aramayı, hakkını istemeyi, hakkını korumayı ve geliştirmeyi ve haklarının ihlaline, ayrımcılığa ve engelli istismarına karşı mücadeleyi esas alan bir derneğiz.
 
Belki çok klasik ve iddialı bir ifade olacak; ancak toplumda engellilere bakış açısını gerçekten değiştirmeyi, bunun yanı sıra engelli bireylerde hak arama bilinci oluşturmayı istiyoruz.    
 
Engelli insanların başta sağlık, rehabilitasyon, eğitim ve istihdam olmak üzere en temel haklarını hayata geçirecek yasal düzenlemeler ve uygulamaların gerçekleşmesi için mücadele ediyoruz. Bunun için başta ‘Engelliler Yasası’ ve ‘BM Engelli Hakları Sözleşmesi’ olmak üzere engelliler için önemli tüm yasal mevzuatın takipçisiyiz. Ayrımcı uygulamalara karşı belgeleme, raporlama çalışmaları yapacağız. Bizi sivil örgüt etkinliklerinde, salonlarda, alanlarda pek çok yerde göreceksiniz.
 
Çalışmalarımızın sürdürülebilirliğini sağlamak için proje hazırlıkları yapıyoruz. Engelli İnsan Hakları Derneği (EN-İNSAN DER) çok yeni bir sivil örgüttür. Hızla örgüt yapılanmamızı geliştiriyoruz. Bir yandan haklarımızın, özgürlüklerimizin bir yandan da engelliler üzerinden rant elde etmeye çalışanlar ile istismarcıların takipçisiyiz.
 
Engelliler iş dünyasında ve günlük yaşamda ne gibi insan hakları ihlalleriyle karşılaşıyorlar ? Bunlarla baş edebilmeleri için neler yapmalı? Size gelen şikayet ya da başvurular neler? Bu durumda dernek olarak neler yapıyorsunuz?
 
Bu sorunuz bana bilgisayara ‘ne var ne yok’’ diye sorulduğunda neler olduğunu hatırlattı. Hani bilgisayar allak bullak oluyormuş ya, işte bende öyle hissettim.
 
Açıkçası engelli bireylerin büyük çoğunluğu zaten ne yazık ki ne iş yaşamında ne de günlük yaşamda yer alamıyorlar. Bundan daha önemli insan haklarına aykırı durum olabilir mi? Peki neden böyle? Engelli bireyler evde oturmayı, birilerinin eline bakmayı ve yardımına muhtaç yaşamayı çok mu seviyorlar? Bu sorunun yanıtı çok net bir ‘elbette ki hayır’dır. Engelli bireylerin en muzdarip oldukları ve yansıttıkları durum budur. Biz, engelli insanlara ‘”dışarı çıkın, sesinizi çıkarın; eğitim, istihdam, sağlık ve rehabilitasyon hizmeti almak sizin en doğal hakkınızdır: bunları isteyin” diyoruz. Bunun yollarını göstermeye çalışıyoruz.
 
Öte yandan hasbelkader iş bulmuş, çalışan ve kabuğunu kırıp dışarı çıkan engelli insanlarımızı tam bir kabuğun dışında kalma savaşı bekliyor. Herkes önyargılarla, her yer engellerle dolu.
 
Engellilerin insan haklarını hiçe sayanlar için bir mesajınız var mı?
 
‘Lütfen biraz empati yapın ve anlamaya çalışın’
‘Yaşamın size de sürpriz yapmasını beklemeniz gerekmez, tıpkı ateşin elinizi yakıp yakmayacağını anlamak için elinizi ateşe sokmanız gerekmediği gibi!’

Çalışma hayatınızda prensip ve olmazsa olmaz dediğiniz kurallarınız var mıdır? Varsa nelerdir?

Benim ne işimde ne de özel yaşantımda katı kural anlayışım hiç olmadı. Tam aksine katı kurallara hep karşı oldum. İnsan için olabildiğince özgürlükten yanayım. Elbette ki ‘birinin özgürlüğünün sınırları, diğerinin özgürlüğünün sınırlarına kadardır’ ilkesini esas alarak. Yaşantımda yer almasına özen gösterdiğim bazı prensiplerim var, tabii ki. Dürüstlük, samimiyet, cesaret, paylaşım, duyarlılık ilk aklıma gelenler.
 
Ali Fuat Mengüç, Ailesi, İngiltere Madam Tuso Müzesi'nde balmumu heykeli yapılan Stephan Hawking ve Julia Roberts ile çekilmiş resimleri.
 
Sizi engelliğin her alanında sorumluluk sahibi, aktif ve girişimci olarak görüyoruz. Bunu nasıl başarıyorsunuz ve unutmadan tüm uğraşlarınız dışında turizm konusunda ki çalışmalarınızdan da biraz bahsedebilir misiniz?
 
Teşekkür ederim. Öncelikle sevgi denen büyük enerji kaynağını kullanırım. Bunun yanı sıra daha önce bahsettiğim prensiplerimi hep diri tutmaya çalışırım. Yaşamı, insanları, hayvanları, bitkileri, toprağı, suyu ve soluduğum havayı ciddiye alırım. Elimdekinin kıymetini bilirim; ama bununla yetinmem, hakkımsa daha iyisini de isterim.
 
Sivil toplum çalışmaları yaşantımda çok önemli bir yer tutuyor. Ama ben kamuda çalışan bir turizmciyim. Bu bağlamda turizm alanında bireysel çalışmam söz konusu değil. Daha önce de belirttiğim gibi engellilere yönelik turizm ve seyahat olanaklarının oluşturulması ve geliştirilmesi adına çalışmalar yaptım. Bakanlığım bünyesinde ve sivil toplum alanında  bu çalışmalarıma devam edeceğim.
 
Şimdi de dernek çalışmalarınızdan uzaklaşarak, boş zamanlarınızı nasıl değerlendirdiğinizden ve hobilerinizden bahsedebilir misiniz?
 
Benim için dernek çalışmaları esas itibariyle ancak iş yaşamından geriye kalan zamanda yürütülebilen bir uğraş olduğu için boş zaman nedir pek bilmiyorum. Tatil günlerinde ailemle ve arkadaşlarımla olmaktan büyük keyif alırım. Hafta sonları sık sık çok yakın bir arkadaşımın şehir dışındaki çiftlik evine gideriz. Orada, şehir gürültüsü ve stresinden uzakta, dostlarla birlikte olmayı, köpeklerle oynaşmayı, doğayı seyretmeyi, bol oksijen depolayıp geri dönmeyi çok severim. Fırsat buldukça sinema, tiyatro ve konser etkinliklerine de gitmeye çalışıyorum. Orada doğduğum içindir herhalde, İstanbul’u severim, her fırsatta giderim.  Denizi çok severim, kıyısında oturup izlemeyi, yüzmeyi, bize sunduğu ürünlerini afiyetle yemeyi çok severim. Ankara’da yaşamanın müeyyidesi olarak da hep özlerim.
 
Anlattığınız iş hayatınızı ve çalışmalarınızı düşünürken engellilerin istihdamda hak ettiği yeri alması için sizce neler yapılmalı?
 
Biliyorsunuz geçtiğimiz Kasım ayında gerçekleştirilen 4. Özürlüler Şurası’nın konusu ‘İstihdam’ idi. 5 gün boyunca engellilerin istihdamını tartıştık. Benimde Bakanlığımı temsilen katıldığım ve görüşlerimi hem Komisyonlarda hem de Genel Kurul’da yazılı ve sözlü olarak ifade etmeye çalıştığım Şura’dan sayfalar dolusu kararlar çıktı. Sadece kamu kurum ve kuruluşlarının bile 38192 kişilik engelli istihdam açığı bulunuyor. Özel sektörü düşünmek bile istemiyorum. Engelli istihdamı konusunda kamunun öncü olup, kendi açığını ivedilikle kapatması, özel sektörü en gerçekçi ve rasyonel şekilde teşvik etmesi ve sonrasında da en ciddi şekilde kontrol etmesi gerekmektedir.
 
Röportajımızın keyifle sonuna doğru gelirken sizden gelecekle ilgili planlarınızı da öğrenebilir miyiz?
 
Şu sıralar kendimden önce üniversite sınavına hazırlanan oğlumun geleceğine daha fazla odaklanmış durumdayım. Malum eğitim sistemimiz anne babaları çocuklarıyla beraber sınava hazırlıyor, sınava sokuyor ve tüm süreci birlikte yaşatıyor.
 
Bana gelince, iş hayatımda daha iyi pozisyonları elde etmek, sivil toplum çalışmalarında amaçladığımız noktalara en kısa sürede ulaşmak ve zorlu yaşam mücadelemizde daha az yıpranmayı diliyorum.
 
Engelsizkariyer.com’la ilgili düşünceleriniz neler? Önerileriniz var mı?
 
Engelli insanlara yönelik hizmetlerde bir ilki gerçekleştirdiniz. Görebildiğim kadarıyla da bu girişiminizi sanki 40 yıldır yapıyor gibi son derece başarıyla da yürütüyorsunuz. İlgiyle ve taktirle takip ediyoruz. Siz bu alanın en iyi yürütücülerindensiniz. Şimdi önerimizdir diye tereciye tere satmayalım!
 
Son olarak Türkiye'nin ilk Engelliler İnsan Kaynakları ve Kariyer Portalı Engelsizkariyer.com aracılığı ile engelliler ve işverenlere bir mesajınız var mı?
 
Engellilere kendilerini sevmeleri ve güvenmeleri, işverenlere de engellileri sevmeleri ve güvenmeleri mesajını iletmeyi isterim. Sevgi ve güven insan ilişkilerinin çimentosudur. Çimentosuz temel atılmaz; sağlam inşaat yapılmaz.
 
Bana bu fırsatı verdiğiniz için size çok teşekkür ediyor, okuyucularınıza sevgilerimi iletiyorum.
Röportaj: Mehmet Kızıltaş
 
© COPYRIGHT 2010 ENGELSİZ KARİYER, Tüm Hakları Saklıdır. Engelsizkariyer.com'daki özel haber ve yaz
Alt Logolar
Sosyal Medya’da takip edin!
App Store Google Play
Copyright © 2005 - ∞ Engelsizkariyer.com - Her hakkı saklıdır.
EngelsizKariyer.com, sosyal girişimcilik markası olarak EK EĞİTİM İNSAN KAYNAKLARI VE DANIŞMANLIK LTD. ŞTİ.' ye ait bir sitedir.
Engelsizkariyer.com Logo
z